Toplumsal Cinsiyet; Kadına Biçilen Roller ve İdeal Kadın Olmak


"Bilinen tüm toplumlarda kadın hep öteki/başkası olarak ele alınmıştır" Tarihin başından beri kendini gösteren bu gerçeğin temelleri histeri ve rahim arasında kurulan bağa, kadının biyolojik değişkenliği sebep gösterilerek biyolojik olarak dengesiz ve aşağı bir varlık olarak görüldüğü, beraberinde bedeni –yine doğa gereği- erkeği cezbettiği ve –belli inanışlara göre- günaha sürüklediği için şeyta/şeytana hizmet eden kişi olarak görüldüğü dönemlere dayansa da; iddia asıl olarak II. Dalga Feminizm’le birlikte güçlenmiştir.

II. Dalga Feminizm’de temel hedefi erkekle eşit olmak olan I. Dalga Feminizm’den ayrı olarak kadınların erkeklerden farklı bir kültüre ve tarza sahip oldukları görüşü; kadınların rollerinin doğadan değil, yüzyıllardır sürmekte olan ve içselleştirilmiş toplumsal önyargılar ve geleneklerden kaynaklandığı düşüncesiyle birleşti.

Tarihin başlangıcından bu yana erkekle ilişkisi üzerinden tanımlanan kadın, her kültürde mutlak ötekiliği temsil eder ve hiçbir şekilde ilişkinin öznesi konumuna gelemez. O, daimi nesnedir ve öznenin eylemlerine uyum göstermekle yükümlüdür. Çünkü bu, gerek dini kaynaklarda gerekse toplumsal kurallarla sabitlenmiş ve kesinliğinden emin olunmuş bir toplum gerçeğidir. Erkeklerin en temel güdülerinden biri olan “Nesli devam ettirmek” için ihtiyaç duyulan kadın – ki bu durumla kutsal kitapta yer alan “Kadın erkeğin tarlasıdır.” cümlesi arasında bir bağ kurabiliriz.- toplum tarafından ötekileştirilir ve hakir görülürken, diğer yandan erkek cinsi kadınla yakınlık kurma ihtiyacı hisseder. Buna bağlı olarak Cogito dergisinin Feminizm konulu sayısında Şeyda Öztürk şöyle demiştir;

“Hegelci bir efendi köle ilişkisinde, kadın hem erkeğin varlığını devam ettirmesi için elzemdir, hem de bir nesne, radikal bir öteki konumundadır.”1


Toplumda kadın-erkek eşitliği ve o toplumun uygarlık düzeyini belirten en önemli kriter toplumda kadının durumudur. Toplumsal cinsiyet toplumun kadına verdiği görev ve sorumluluklar, toplumda kadının nasıl görüldüğü, algılandığı ve beklentileri ile ilgili bir kavramdır. Toplumsal cinsiyet üzerine yapılan araştırmaların çoğu kadınların erkeklerle kıyaslanması şeklinde yapılmaktadır. Toplumsal cinsiyet kişinin kültürel- toplumsal rolü, ruhsal-içsel tanımlanması ve onların temsil edilmesi anlamında kullanılmaktadır. Cinsiyeti doğa belirlerken toplumsal cinsiyeti kültür belirlemekte ve toplumsal cinsiyet kimliği hakkındaki anlayışlar cinsel eğitim ve tutum erken yaşlarda oluşmaktadır.

Tüm bu bilgiler ışığında Türk toplumuna baktığımızda karşımıza çıkan tablo pekte iç açıcı değil. Ülkemizde kadınların erkeklere göre daha güçsüz görülmesi, dini kaynaklı ve geleneksel tavır; kadınların günlük yaşantısını geçelim, kız çocuklarının eğitim haklarını kullanmalarını bile olanaksız hale getirmektedir.
                                                                                                                                 [1]
Erkek için bir “tarla2 olan ve toplumda kendine “Kadın anadır.” anlayışıyla yer bulan kadın, yine toplum tarafından kutsiyet yüklenen özelliklerine rağmen hor görülmüş ve ötekileştirilmiştir. Buna rağmen yine aynı toplumun kadını “Namus” kavramıyla birleştirmesi [2][3][i]ve kadın üzerinden; toplumun ve ailenin namusunu tanımladığını görürüz. Kadın bedeni, ait olduğu erkeğin sömürüsüne açıktır fakat kadının eğitim alması, çalışması, sosyal olarak kendini geliştirmesi engellenir. Engellemediğinde de erkek tarafından sıkı bir denetim altına alınır. Töre ya da namus gibi kavramlar yüzünden eğitim hakları engellenen kız çocukları, saptırılmış ve din kaynaklı olduğu söylenen gelenekler yüzünden evlendirilmekte ve her türlü hakları ellerinden alınmaktadır.

Çocuk evliliklerine coğrafyamızdan binlerce örnek verilebilir. Bunlardan tarih olarak günümüze en yakını Sosyal Doku Vakfı Başkanı Nurettin Yıldız’ın

“Evlilikle ilgi şeriatımız islamın yaş haddi yoktur. Bu ne demek; bluğ çağından önce de bir çocuk evlenebilir. Çocuklar arası nikahta yapılabilir, büyük küçük nikahı da yapılabilir. Mesela 7 yaşında bir kız çocuğu 25 yaşında bir erkek ve ya 7 yaşında bir erkek ve 25 yaşında bir kız evlenebilirler mi?/ Nikahalanabilirler mi diyelim. Nikah evlilikten daha hassas bir ifade, evet nikahlanmalarında sakınca yoktur. Bütün mezheplere göre, Kur’an’a iman eden bütün müslümanlara göre evlilik için bir yaş söz konusu değildir.

10 yaşında, 7 yaşında, 6 yaşında, 78 yaşında yaşıyorsa 135 yaşında bir insan evlenmeye adaydır, ne küçük yaşta olduğu için ne de büyük yaşta olduğu için nikaha engel bir durum yoktur.”3



konuşmasıdır. Cümleleri halk, özellikle de kadın topluluklarından tepki gören N. Yıldız “Halkı kanunlara uymamaya tahrik" ve "Suç işlemeye alenen tahrik etme" suçlarından yargılanmış ve suçsuz bulunmuştur. Bu örneğe sadece bizim coğrafyamızdan binlercesini ekleyebiliriz ki bunların arasında çocuk evliliklerinin yanı sıra, çocuk yaşta tecavüze uğrayan ve suçluymuş gibi gösterilen çocuklar da vardır. Kendi başlarına hareket etmelerine izin verilmeyen ve normalde ciddiye dahi alınmayan çocuklar, söz konusu durum cinsellik olunca “Rızaları olduğu” gerekçesiyle tecavüzcülerini suçtan kurtarırlar.



“Mutlu bir hayatı meydana getiren ne ardı arkası kesilmeyen içki âlemleri, ne güzel çocukların ve kadınların verecekleri zevk, ne de zengin bir sofranın sunabileceği nefis balıklar ve başka yemeklerdir; bunu sadece, istenmesi ya da kaçınılması gerekenlerin nedenini ta derinliğine kadar inceleyen ve ruhu bir kasırga gibi sarsan boş hayalleri kovan uyanık akıl sağlar.”4


Diyen Epiküros’a göre bedensel hazlar hiçbir zaman tam anlamıyla tatmin edilemezler ve bedensel hazların peşinde koşan insanlar bu yüzden hep doyumsuz kalır ve acı çekerler. 5 Epiküros’un etik anlayışıyla günümüze baktığımızda hazlarının peşinde koşan insanların toplumun yapısına, bilhassa çocuklara verdiği zararı net olarak görebiliyoruz. Epiküros haz etiğinde

Hazla bedendeacının, ruhta üzüntünün yokluğunu anlatmak istiyoruz. Keyifli ve mutlu bir yaşamı meydana getiren şey, içki âlemleri ve eğlentilerin sonu gelmeyen silsilesi, cinsel aşk, zengin bir sofranın balık ve diğer doyumsuz lezzetlerinden tad alma değildir; doğru akıl yürütme, her tercih ve istikrahın, nedenlerini araştırma, en büyük kargaşaların ruhu teslim almasına sebeb olan İnançları -defetmedir.”6


der. Normatif etiğe göre, filozof neyin iyi, neyin kötü olduğunu söylemeli, kural koymalı, yaşama biçimi geliştirmeli, hayat tarzı teklif etmeli ya da belli bir yaşam biçimini temellendirmelidir. Hazzın ve aşkın bilgelikten geldiğini savunan ahlak filozoflarının öğütledikleriyle günümüzde yaşanan olayları karşılaştırdığımızda, filozofların hayat rehberleri edinilemediğini görüyoruz.

Maalesef Eski Yunandan bugüne kadına yöneltilen suçlamaların hepsinde neden bunca ortak nokta olduğunu anlamak kolaydır: kadının içinde bulunduğu durum, birtakım yüzeysel değişikliklere rağmen, hep aynı kalmıştır ve kadının kişiliği dediğimiz şeyi oluşturan da işte bu durumdur; kadın doğası gereği taşıdığı niteliklerin, bilhassa anneliğin kurbanıdır. Biyolojik sebepler yüzünden sürekli ikinci plana itilen kadın, çocuk yaşından itibaren “anneliğe” kodlanır. Oyuncak seçiminden, oynatılan oyunların çeşidine kadar her şey onun toplumsal rolünü hatırlatan niteliktedir.
Kıza pembe, erkeğe mavi giysiler giydirilirken, kız çocukları daima oyuncak bebeklere ve evcilik oyunlarındaki “Evde çocuklarına bakan anne” rolüne itilmiştir. Türkiye’de 2000 yılında yetişkin okur – yazarlık oranı erkeklerde % 95, 7, kadınlarda % 81, 1‘dir. Sadece bu veriler bile ülkemizdeki kadın-erkek eşitsizliğini ve kadının geri planda olmasını kanıtlar niteliktedir. Eğitim alamadığından, ekonomik özgürlüğüne ilan edemeyen kadınlar, evlerinde eşlerinden ya da aile erkeklerinden şiddet görmekte fakat yine eğitimsizlik ve toplum normları yüzünden şiddet görmelerine rağmen haklılıkları kabul edilmemektedir.

Türkiye’de 2010-2015 yılları arasında en az 1414 kadın öldürülmüştür. Beş yılda öldürülen kadınlardan 608’inin faili kocası veya eski kocası,161’inin faili erkek arkadaşı veya eski erkek arkadaşıi. 213’ünün faili ailedeki erkekler (babası, oğlu, erkek kardeşi, damadı, kayınpederi) veya akrabasıydı.

Erkeklerin kadınları öldürmek için öne sürdüğü bahaneler ise: Aldatılma şüphesi, barışma isteğinin reddi, kadının ayrılma ya da boşanma isteği ve “namus ya da töre” olarak kayıtlara geçmiştir ve 1414 cinayetin; 217‘sinde kadına yönelik sistematik şiddet, taciz veya tehdit vardır. 141’i şiddet ve taciz karşısında kadınların, güvenlikleri için resmi bir kuruma başvurmasına rağmen yaşanmış, 234 cinayet, ayrılık veya boşanma sürecinde işlenmiştir.

1414 cinayetin 676’sı çiftlerden birine ait veya ortak evde ya da kadın veya erkeğin ailesinin evinde gerçekleşmiş, 225 cinayet, kamuya açık alanda yaşanmıştır. Kadının işyeri ve evin önünde gerçekleşen cinayetler ise erkeğin kadını takibini içeren planlı cinayetlerdir. 7

 

Durum böyleyken söylenecek en doğru cümle Türk mizah dergisi olan Penguen’in kapağından alıntıyla “Önce o kadındı hakim bey”’dir. Zira coğrafyamızda kadın olmak, toplumsal cinsiyet açısından uğranan haksızlıklar bir yana, bir hayatta kalma yarışıdır ve bizden beklenen şey; toplumun bize biçtiği İdeal Kadın rolünü layığıyla yerine getirirken sesimizin bile çıkmamasıdır.


1           [1] ÖZTÜRK, Şeyda.  “FEMİNİZM”  Cogito, syf:6 , 2009

2            [2] KUR’AN-I KERİM, Bakara suresi 223. Ayet. “Hanımlarınız sizin için birer tarladır. Allah’ın sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak   iradesinin tecellisi içinde dilediğiniz tarzda tarlanıza girin. İlişkiden önce birbirinizin hayrına vesile olacak, maddî, manevî, cinsî hazırlıklar yapın. Allah'a sığınıp, emirlerine yapışın, günahlardan arınıp, azaptan korunun, onun huzurunda hesap vereceğinizi bilmelisiniz.Mü'minlere dünyada, yardım, zafer ve devlet, âhirette cennet müjdesini ver.”

3            Sosyal Doku Vakfı Başkanı Nurettin Yıldız’ın Ocak 2015’te yaptığı konuşmadan alıntıdır.


[4]  Epikür, Mektuplar ve Maksimler (çev. Hayrullah Örs), s. 37-8.
5   Cevizci, Ahmet, Etiğe Giriş, s. 49-50

Görsel kaynak:  http://www.deviantart.com/art/Gender-Equality-Now-316378732




0 oyuncu online:

Yorum Gönder

 

.

.

.

.

.

.