Dini
hikayelerden, durup durup aynı hikâyeleri anlatan adamlardan, dini öğretmeye çalışan, bunu yaparken sürekli olarak “Yanacaklar,
kahrolacaklar, sürünecekler” diyen insanlardan da hoşlanmıyorum. Kadını baskılamaya, kendi uydurdukları
kalıplar için sokmaya çalışanlardan hoşlanmadığım gibi.
Siz söylemeden kabul etmem gereken bir şey var. Konuyu
çok yanlış anlamış olabilirim. Din denen kavramdan uzak olabilirim, birçoğuna
göre dinsiz olabilirim. Bunların hepsi mümkün. Hiçbir zaman dini konularda
bilgili olduğumu savunmadım. Gönderilen kitapları okudum, kendime göre sonuçlar
çıkarttım ve kendi inanç sistemimi kurdum. Din bilgini değilim.
Orada burada
cümlelerim paylaşılmıyor. Dini konularda tartıştığım insanlara, kiplerle
süslediğim kelimelerimi satmaya çalışmıyorum. İnsanlarla dini konuları
tartışmıyorum bile. Yaratıcı’nın bizi saçımızı gösterdiğimiz için ya da hakkımızı
savunduğumuz için cezalandıracağını düşünmüyorum. Eğer bizi cezalandıracaksa,
bu kafamızın içine yerleştirdiği organı kullanmadığımız için verdiği bir ceza olur
gibi geliyor. Sorgulamadığımız, tartışmadan inandığımız için
cezalandırılabiliriz.
Bize bir
ayrıcalık veriliyor. Düşünebiliyor, karar verebiliyor ve kendi yolumuzda
yürüyebiliyoruz. Çizilen yollardan birini seçme hakkımız var. Kutsal kaynakları
yorumlayabilecek kapasiteye sahibiz ve ne yapıyoruz? Aradan sıyrılmış birkaç
adamın, ekranlara çıkıp bizim yerimize düşünmesine izin veriyoruz. Neyin günah
olup, neyin günah olmadığını bileceklerine inanıyoruz.
Bunun
sebebinin inanma isteği, affedilmek için umut ya da cehalet olduğunu
düşünmüyorum. Bu tembellik, bu o çok korkulan kötülük. Başkasını deli gibi çekiştirirken
ya da kibirden gözümüz kararmışken aklımıza hiç gelmeyen fakat başımıza gelen
en ufak kötü şey de aklımıza gelen kötülük. Sadece işimize geldiğinde, her
türlü haltı yedikten sonra ya da başımız
sıkıştığında yalvardığımız yaratıcı gibi
sadece işimize geldiğinde hatırladığımız kötülük. Bizi kötü yola sürükleyen
değil, düşünebildiğimizi unutturan.
Kendi
kendimize düşünmüyor, affedilmeyi umut ettğimizde ellerimizi açıp affedilmeyi
istemiyoruz. Gidip, bizim gibi etten kemikten bir faniye affedilip-
affedilmeyeceğimizi soruyoruz.
Tövbemizin
kabul olma olasılığı varsa gidip tövbe edeceğiz ya da içimiz rahat edecek, her
ne haltsa. Biz insanlar karmaşık varlıklarız, büyük bir mucizeye sahipken onu
kullanamayacak kadar aciziz.
Birkaç
gün önce eski bir arkadaşımla konuşurken “Kahrolsun pis Yahudiler” dedi “Soyları
kurusun, acı içinde ölsünler." İsrail’e duyduğu öfkenin sebebi Yahudi olmalarıydı.
Yahudi’den her şey beklenir, başlarına gelecek her şeyi hak ederler mantığıyla
hareket ediyordu.
“Zalimlerin
adaletle karşılaşmalarını ben de diliyorum” diye mırıldandım onu dinlerken.
Durmaya niyeti yoktu. Müslümanların tümünün cennete gidecek kadar dindar veya
düzgün olduğundan eminmiş gibi Yahudileri lanetliyor. Onların çekeceği eziyetleri
anlatıyordu.Cehennem tasviri sayesinde rahatlıkla bir kanalda iş bulabilirdi.
Tartışma
ortamlarında konu hakkında hiçbir fikri olmayan birkaç kişi mutlaka olur.
Yetiştiriliş tarzlarına uygun olan tezi savunmaya, bir süre sonra altını
dolduramayacakları iddiaları savurmaya başlarlar.
Gazze’deki
olaylar yüzünden başlayan konuşma Yahudi düşmanlığına –düzeltelim- insan
düşmanlığına kaydığı sırada, arkadaşlarımın birbirlerini kışkırtmalarını
dinliyordum. Dışarıdaki sıcağa rağmen
tek teli bile bozulmamış saçları, yüzlerindeki kusursuz makyajları, orada
burada savundukları “Biz aydın insanlarız” cümleleriyle dimdik duruyorlardı.
Dimdik durmuş, kurunun yanında yaşın da yandığını umursamadan Yahudilerin tümünü
suçluyorlardı.
“Eee”
dedi biri bilmiş bilmiş bana sırıtırken –Kibir, merhaba dostum. Seni eski bir
arkadaşımın yüzünde görmek beni neşelendirdi. Eskisi kadar büyüleyici
gözüküyorsun fakat hala teninden yayılan çürük yumurta kokusunu
halledememişsin. Yazık. – “Diyecek bir şeyin yok mu?”
“Ne
diyebilirim ki?” dedim “Sanırım aynı kitaba inanmıyoruz. Benim okuduğumda
insanları sevin, diyordu. Okuduklarımdan yaratılan ve yaratıcı arasına
girilemeyeceğini, neyin affedilip- neyin cezalandırılacağını asla
bilemeyeceğimiz sonucunu çıkartmıştım. Sizin dinde yaratılanlar tüm kararları
verebiliyor gibi gözüküyor, gözüme pek adil gözükmedi.”
Of
deyip, süslü cümlelerle ilgili birkaç şey söylediler. Birkaç gün önce bir kişi
daha cümlelerimle ilgili bir şeyler söyledi. İnsanların hoşlarına gitmeyen
durumlarda, kendini onlardan farklı bir şekilde ifade eden insanlara saldırmasına
bayılıyorum. Her neyse. Bunları anlatmaya gelmemiştim ben. Arkadaşlarımdan
biri, Nihat Hatipoğlu’nu mutlaka izlemem gerektiğini söyledi.
Mutlaka
izlemeliymişim.
İzlesem
böyle olmazmışım. İzlersem, bakış açım değişirmiş. Lisenin ikinci senesinde
arkadaşlarımla kendi aramızda saçma sapan konuşurken, konuşmalarımızı duyup beni
dinsiz ilan eden çocuk geldi aklıma. Dershanede inançsız ve ahlaksız olduğumu
düşünen topluluk. Ne güzellerdi.
Nette
dolaşan Hatipoğlu görsellerini görüyor fakat beyefendinin programının yayınladığı
kanalın yanından bile geçmiyordum. İlgili kanalda seccade üzerindeki şeytani
semboller isimli bir görsel şölen izledikten sonra iki üç gün süren bir hata
verme süreci yaşamış. Babaannemin seccadesindeki şeytani sembolleri
arayıp-bulduktan sonra deli gibi gülmem sayesinde canım babaannemden iki saat
süren ayrıntılı din kültürü dersi almıştım.
Zaten
yakam bağrım açıktı, tırnaklarım uzundu, dövmeye meraklıydım, doğru düzgün ibadet etmiyordum, bir de
seccadelerle dalga geçersem beni babanneciğimin duaları bile kurtaramazdı.
Başbakanımız
ve Cumhurbaşkanı adayımız R.T. Erdoğan’ın cümlesinden esinleyerek “Daha da sizi
izlemem” diyerek kanalla aramdaki tüm bağları koparttım o gün.
Nihat
Hatipoğlu denildiğinde aklıma kiplerin gelmesini bir türlü anlamlandıramıyor
olsam da – yürüyordu, durmadan yürüyordu. Durmuyor, düşünmüyor yürüyordu vb.
Sayesinde kipler konusunu kolayca anlatırım gibi geliyor. - pek sevgili hoca
Hatipoğlu’nun son zamanların dini superstarı olduğunu yok sayamayız. Bir
zamanların Yaşar Nuri Öztürk’ü şimdi pek fazla kişinin izlemediği bir
kanaldayken –ki bunu bilme sebebim de internette dolaşan haberlerdir- kendisi
herkesin zap yaparken mutlaka uğradığı kanallardan birinde.
Nihat
Hatipoğlu ve bu seneki programının içeriği hakkında bilgim twitter ve
Onedio.com’la sınırlıydı. Onedio.com’da listenen görsellerde ona sorulan
soruları görmüş. “Yok artık, aptallığı bu kadar abartmamışızdır” demiştim. - Abartmışız :/ -
Önceki
gece aydınlanmak amacıyla programı açtığımda, çok daha farklı bir içerikle
karşılaşmayı umduğum doğruydu. Bir alana doluşmuş, sebepli sebepsiz ağlayan
insanlar görmeyi beklemiyordum. Mantıksız sorular yerine, sorgulayan, amacı
öğrenmeye yönelik sorular duymayı umut ediyordum. Görebildiğim tek şey, bir
zamanlar hoşgörü ve mantık dini olarak anılan dinin insanlar tarafından
çarpıtılarak hoşgörüsüz ve mantıksız bir şekle sokulmasıydı.
Bunları
yazmam günah mıdır sizce?
Bir
capsin altından alıntılayarak kendim cevaplayayım.
“Tabii
ki günah manyak mısın?”
Kullanılan görsel ve konu içinde bahsedilen tüm görseller için: http://onedio.com/haber/nihat-hatipoglu-na-sorulan-enteresan-sorular-339816
0 oyuncu online:
Yorum Gönder